Kurtuluş Savaşı’nda Çaycuma

Çaycuma, Kurtuluş Savaşı sırasında yalnızca cepheye asker gönderme bakımından değil, aynı zamanda cephe gerisi hizmetlerde de üstün yararlılıklar göstermiştir. Çaycuma, ülkenin emperyalist düşman işgalinden kurtarılmasında, Batı Karadeniz (Zonguldak)-Ankara hattında stratejik bir konumda olduğundan Kuvay-ı Milliye’nin mevzilendiği noktalardan biri olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nda Çaycuma

Zengin taşkömürü yatakları nedeniyle, başta İngilizler olmak üzere, Fransızların ve İtalyanların öteden beri iştahını kabartan Zonguldak’ta 1919 yılı başlarında asayiş diye bir şey yoktu. “Zonguldak’ta başlangıçta, Kömür Komisyonu’nun emrinde İstanbul Muhafız Alayı’nın bir bölüğü bulunuyordu. Ancak, bu bölük yörede asayişi tesis etmekte yetersiz olduğundan, Trabzondan Gülcemal vapuru ile İstanbul’a hareket eden 10. Kafkas Tümeni’nin 32. Alayı’na Harbiye Nezareti’nde 24 Şubat 1919’da Zonguldak’a çıkma emri verildi. Alay Mart 1919’da Zonguldak’a geldi. Alay karargah merkezi Zonguldak olan 500 mevcutlu 32. Alay Muhafız bölüğü ile birlikte Zonguldak, Çaycuma ve Devrekin asayişini koruma görevi üstlendi. Muhafız Bölüğü mevcudunun azlığı ve hayvanlarının yeterince iaşe edilememe gerekçesiyle Harbiye Nezareti’nin emri üzerine 14.5.1919’da Zonguldak’tan ayrıldı. Ayrıca, aynı tarihte Üsküdar’ın asayişini korumak üzere 32. Alay’ın 1. Taburu Zonguldak’tan İstanbul’a hareket etmişti. Daha sonraki günlerde de 32. Alay’ın III. Taburu’nun dışındaki kuvvetleri de Zonguldak’tan ayrılmıştı. III. Tabur’un mevcudu firarlar sebebiyle de tam değildi.

Yöredeki eşkiyalar madencinin önünü kesiyor, parasını alıyordu. Asayişsizlik, bir taraftan yeni eşkiya grupları oluşmasını, diğer taraftan da eşkiya korkusu altında acz içinde bulunan yöre halkının ocaklara gitmesini engelliyordu. O yıllarda, Çaycuma ve yöresinde en azılı eşkiya gruplarının başında yer alan Abaza Sait, Filyos ve civarında koyun hırsızlığı ve soygunculuk yapıyordu. Böyle irili-ufaklı bir çok çete vardı ve Batı Karadeniz bölgesinde Çaycuma ve çevresi “eşkiyalarıyla” ünlenmişti.

Yol kesme olayları ve can korkusu nedeniyle yöre halkının madenlere gitmekten vazgeçmeye başlamasından sonra, ocaklarda giderek büyüyen “amele açığını kapatmak” isteyen Kömür Komisyonu üyesi Osman Bey, 10 Aralık 1919 tarihli telgrafıyla Bahriye Kömür Komisyonu’ndan acil önlem alınmasını istemiştir. Harbiye Nezareti de Bahriye Nezareti’nden gelen isteği yerinde bularak 32. Alay’ın 2 taburunu yeniden Zonguldak’a gönderdi.

Ancak 32. Alay bölgede asayişi sağlamada yetersiz kalmıştı.

Zonguldak ve cıvarındaki bu başıboşluğu fırsat bilen Fransızlar, stratejik enerji kaynağı taşkömürü bölgesi olan Zonguldak’a “kömür ocaklarında asayişi sağlamak ve korumak ” bahanesiyle 8 Mart 1919’da* bir miktar polis, jandarma ve piyade askeri çıkardılar.

Fransız işgalinden sonra, Zonguldak ve civarı, artık hem asayişin olmadığı kontrölsüz bölge, hem de emperyalistlerin Ankara’ya fiili baskı kurabilecekleri stratejik bir koridor ve “Ankara’ya en kestirme yollardan biri” durumuna gelmişti.

Bu durumu fark eden Ankara Hükümeti, acilen önlem alma yoluna gitti. Zonguldak ve çevresinde ulusal kuvvetlerin oluşturulması kaçınılmaz hale gelmişti.

Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa’nın verdiği bilgiyle Cevat Rıfat Atılhan’ı 21 Nisan 1920’de “Bartın ve Havalisi komutanı” olarak görevlendirdi. Durum, Kastamonu Bölge Komutanı Albay Osman Bey’e ve Kastamonu Valisi Cemal Bey’e telgrafla bildirildi.

Bartın ve Civarı Kuvay-ı Milliye Komutanı olarak göreve başlayan Cevat Rifat, Kastamonu kışlasındaki piyade taburlarından işe yarar eratla hapishaneden seçtiği mahkumlardan 100 kişilik bir müfreze oluşturdu. Ayrıca bu müfrezeyi büyütmek için yetki istdi. Cevat Rıfat, hem asker, hem de yetki olarak istediklerini elde ettikten sonra müfrezesiyle Kastamonu’dan Bartın’a hareket etti.

Kastamonu’dan Bartın’a gelen Cevat Rıfat, ilk iş olarak Amasra’ya kaçan Bartın Kaymakamı Ahmet Durmuş’u görevinden aldı. O günleri Cevat Rifat Bey şöyle anlatıyor: “Vazifeye Bartın ve Havalisi Kuvay-ı milliye Kumandanı ünvanı ile başladım. Bu kuvvetlerin çekirdeğini Kastamonu’da bulunan piyade taburlarından seçilmiş erat ile hapishanelerden aldığımız erler teşkil etti. Geniş selahiyet istedim, verdiler. [Kastamonu] Vilayet PTT Başmüdürlüğü [Postahane] deposunda bulunan ve müvezzilere [elbiselik] olarak gönderilen kumaşlara el koydum. Şehrin terzilerini bir araya getirerek bu kumaşları diktirdik ve 100 küsur mevcutlu bir müfreze ile Mayıs ayının son haftalarında yola çıktık. Yanıma mülkiye hizmetlerinde kullanmak üzere eski Tavşanlı Nahiyesi Müdürü Hüsnü Bey’i aldım. Yollarda bu müfrezenin mevcudu gönüllülerle mütemadiyen arttı. Zenginlerden aldığımız atlarla bu kıt’a kâmilen atlı oldu. Hayvan bedellerini sonra fazlasıyla sahiplerine ödedik.

1 Haziran 1920’de bir gece yürüyüşü ve dörtnal süratle Bartın’a girdik. Bu sürat, her türlü melhuz mukavemeti kırdı. [Bartın]Kaza Kaymakamı Ahmet Durmuş Bey, (Eski Afyon Valisi), Bartın Şube Reisi Binbaşı Memduh Bey ve bazı mülkiye memurları her ihtimale karşı Amasra’ya çekilmişlerdi. Hüsnü Bey’i Bartın Kaymakamı olarak ilan ettik. Şehrin Müftüsü Rifat Efendi ve ileri gelenleri milli davaya yardım ettiler. Askerin mevcudunu artırarak talim ve terbiyelerini tamamladı. Sürmene’de onbir taka ile Bartın Boğazına gelmiş olan yüz küsur Karadeniz çocuğunu da askerimize kattım. Bunların hepsi mükemmel surette techiz ve teslih edildi. Mızraklı olmak üzere mühim bir süvari kuvveti, bir alay piyade mevcudu ile harp karargahı olan Çaycuma’ya gittik…

Cevat Rıfat Bey*, Bartın’da Milli Mücadele örgütlenmesini tamamladıktan sonra, Bartın’da bir müfrezeyi bıraktı ve Kastamonu Çevresi Komutanı Muhittin Paşa’nın talimatıyla birliğini Çaycuma’ya nakletti.

Yalnızca Çaycuma’da değil, Bartın’dan Zonguldak ve Ereğli’ye kadar tüm bölgede, Kurtuluş Savaşı ve Kuvay-ı Milliye denince akla gelen adların başında bölgenin Kuvay-ı Milliye Komutanı Cevat Rıfat Atilhan gelir.

“İnce uzunca boylu, asker bakışlı, düzgün, güzel yüzlü, büyükçe ağızlı, iri, sağlam çeneli”20 bir subay olan Cevat Rıfat Atılhan, yüzbaşı rütbesiyle 1. Dünya Savaşı’na katıldı. Ataklığı, zekâsı, girişim yeteneği ve cesaretiyle kendisini gösterdi. Cevat Rıfat Atılhan, Filistin ve Sina Cephelerindeki yararlılıklarıyla ün saldı.

Bu arada, Zonguldak bölgesinde de 6-8 ay gibi kısa sürede Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kuruldu. Başta Zonguldak olmak üzere, bu Cemiyetlerin kurulmasında, mülki idarecilerle müftüler etkin rol oynadılar. Zonguldak ve civarında kurulan Cemiyetleri şunlardır:

“Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; kuruluşu: 28 Ekim 1919.

Devrek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti. Kuruluş tarihi kesin olmamakla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gelişinden itibaren Devrek’te Milli Mücadele çalışmaları başlamıştır. Devrek ayrıca tüm olumsuzluklara karşı tampon bölge görevi yapmıştır.

  • Bartın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; kuruluşu 15 Ekim 1919.
  • Ereğli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; kuruluşu 3 Haziran 1919
  • Alaplı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; kuruluşu: Ekim 1919.
  • Kurucaşile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; Kuruluşu: 2 Mart 1920.
  • Aynı tarihlerde ayrıca Çaycuma, Ulus, Eflani, Amasra’da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin faaliyete geçtiğini görüyoruz.”

Çaycuma’da kurulan Cemiyet’in başına Tahir Bey (Tahir Müftüoğlu) getirildi.

Tahir Efendi’nin oğlu Dr. Cevdet Müftüoğlu’ndan öğrendiğimize göre, Kalaycıoğlu Müftüzade Tahir Efendi, 1900’lü yılların başından itibaren (tam teşekküllü bucaklardan belediye teşkilatı kaldırılana kadar) 30 yıldan fazla bir süre Çaycuma Belediye Başkanlığını yürütmüştür. Bu arada birçok kez bucak müdürlüğü görevini de üstlenmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında Çaycuma’nın ve Çaycumalıların tutumu hakkında Tahir Efendi’nin anlattıklarına dayanarak Dr. Cevdet Müftüoğlu şunları söylemektedir: “Bana kendisinin söylediklerinden hatırlıyorum. 1919 Mayıs 15’de Yunanlılar’ın İzmir’i işgali üzerine Çaycumalılar adına padişaha uyarı telgrafı çekiyorlar. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından sonra, Çaycumalılar adına kendisine bağlılık ve destek telgrafı çekiliyor. Mustafa Kemal Paşa’nın telgraflarına cevabını çerçeveleterek Belediye Başkanı odasına astığını, yıllarca muhafaza ettiğini, bir devre Belediye Başkanlığının Hacı İsmailoğlu’na geçtiğini, ondan sonra tekrar Belediye Başkanı olduğunda bu telgrafın kaybolmuş olduğuna çok üzüldüğünü söylemişti.

Çaycuma, Kurtuluş Savaşı sırasında cepheye asker göndermenin yanısıra, para ve diğer levazım yardımında da bulunmuştu. “O tarihlerde Devrek’e bağlı Çaycuma Nahiyesi halkı da bu yardım kampanyasına katılmıştır. Dertli’nin 20 Eylül 1920 tarihli nüshasında belirtildiğine göre; nahiye halkı kadınları tarafından ‘Asker Kardeşlerimize Muavenat Kadınlar Cemiyeti’ dahi kurulmuştur. Aynı haberde bu cemiyetin kuruluşunun ilk bir-iki günü içersinde 150 katlık çamaşır ve levazım toplayarak Bolu’ya sevk ettiği bildirilmektedir.”23 Bartın, Devrek ve Ereğli’den toplanan 345.500 kuruş Ankara’ya gönderildi. Zonguldak havzasından toplanan toplam para yardımı 1.061.723 kuruşu buldu.

Bolu Mürettep Komutanlığı da 2 Ağustos 1920’de Erkan-ı Harp Umumi Riyaseti’ne gönderdiği raporda, Fransızların olası işgal hareketlerine karşı aldığı önlemleri ve Cevat Rifat Bey’e verdikleri talimatları anlatır: “Çaycuma Müfrezesi Komutanı’na hemen Zonguldak istikametinde ve bir zabit kumandasında bir keşif kolu göndermesi ve düşmana tesadüfünde ateş etmeyerek teması muhafaza ve alacağı malumatı hemen bildirmesi ve mühim geçit ve müdafaa mevazının düşman eline geçmemesinin temini için ileride böyle mevazının tutulması lazım olduğunu ve Mutasarrıftan izahat istemesini yazdım.”

Nitekim, elde edilen ilk bilgiler ve Ankara’nın daha önceden yaptığı tahminler doğru çıktı. Fransızların Zonguldak’ı işgalle sınırlı kalmayacakları, işgallerini tüm Batı Karadeniz’e genişletip Ankara’ya yönelecekleri ve Kuvay-ı Milliye’nin başkentini sıkıştıracakları anlaşıldı. Bunun ilk denemelerinden biri olarak, Zonguldak’tan harekete eden bir Fransız müfrezesi 1920 yılının Aralık ayında Çaycuma yakınlarındaki Sarpça (Sapça)’ya kadar geldi.

Fransızların bu hareketliliği karşısında Cevat Rifat Bey hemen karşı önlemlerini aldı ve harekete geçti: “Der’akap Bartın-Devrek, Ereğli ve Safranbolu Kaymakamlarını vaziyetten haberdar ettim ve yardıma çağırdım. Biz de müftümüz Nusret Efendi ve karargah arkadaşlarımızla atlara binerek olanca süratle ileri mevzilere gittik. Bizim kıt’aların vaziyeti şöyle idi: Filyos tarafına geriden bir çevirme hareketine uğramayalım diye Bahriye Binbaşısı Murad Bey kuvvetlerini, sol kanadımıza Çaycuma, Devrek arasına, Ankara yolunu kapatmak üzere Binbaşı Ethem Bey kuvvetlerini ve Çaycuma’da ihtiyatta kalmak üzere Rifat Kaptan kumandasında Karadeniz Milli Taburunu yerleştirdim. Ben de nizamiye kıt’aları ve Bedri Bey Süvari Bölüğüyle karargâh muhafızlarıyla birlikte Sapça geçidi karşısındaki mevkiye yerleştim.

Cevat Rifat, Fransız askerleri arasında yer alan Tunus ve Cezayirli müslüman askerlere yönelik bildiri hazırlayarak bunları el altından dağıtıp onlara ulaştırdı. Kuran-ı Kerim’den bir ayetin de yer aldığı “karşınızdaki müslüman askerlerin kumandanı Esseyid Ahmet Cevat Rifat” imzalı bu bildiri “Aziz Din Kardeşlerimiz” diye başlar. Bildiride “Türklerin de kendileri gibi Müslüman oldukları, İslamiyetin yeryüzünde yayılması için çalıştıkları, Fransızların ise İslamiyeti yok etmek istedikleri bu nedenle İslamın son kalesi olan Türkiye’ye saldırdıkları, Türk askerinin vatanını müdafaa etmek üzere savaştığı ve kendileriyle kardeş oldukları, kardeşin ise, kardeşine silah çekemeyeceği hususları belirtilerek Fransız askerlerinin Türk tarafına geçmeleri isteniyordu.

Ayrıca Cevat Rifat Bey, mevzide ateşe hazır bekleyen askerlerine kendisi emir vermedikçe kesin olarak ateş açılmayacağı talimatını vermiştir. Cevat Rifat Bey bu gergin ve kritik anı şöyle anlatır:

“Fransız müfrezesi önde bayrakları ağır ağır ilerliyor. Bize ikiyüz metre yaklaştıkları zaman mevzi aldılar. Ateş açmağa hazırlanıyorlardı. Askerlerimiz siperlerinde ben ve Müftü Efendi ayaktayız. Sağ yanımızda bulunan sancağı siperin üzerine diktik. Bu sancak Gerede’de sırma ile işlenmiş Kelime-i Tevhid yazılı idi. Siperin üzerine dikildiği zaman sanki vaktiyle haber verilmiş ve öğretilmiş gibi hep bir ağızdan: ‘Allahuekber, Allahuekber, Lâ İlâhe İllallahu Vallahü ekber. Allahüekber ve Lillâhil Hamd!’ diyerek tekbir getirmez mi?

Bir kısmı Arap, bir kısmı Türk iki müslüman millet karşı karşıya gelince ağlayanlar, tekbir getirenler, birbirlerine sarılıp öpüşenler, görülecek göz yaşartıcı bir manzara idi. Bu manzara karşısında şaşırdım kaldım. Askerler, başında beyaz sarığı olanca heybetiyle siperin üstünde duran müftümüzün ellerine sarılıp öpmeğe başladılar. Geride kalanlarla harp bir müddet devam etti ve akşam karanlığında Fransızlar geldikleri gibi geri çekilip gittiler.”

Kumandan Cevat Rifat Bey, askeri vaziyetini sağlamlaştırmanın yanı sıra Zonguldak’ta Fransız askeri birliği hakkında istihbarat çalışmalarına da başlamıştır.

Kastamonu ve Havalisi Komutanlığından gelen talimat üzerine gönderdiği 6 Kasım 1920 Tarihli raporunda, Fransızların Zonguldak ve çevresine 2000 civarında askerlerinin, 7 adet 7,5 toplarının, 20 adet mitralyözlerinin ve bir miktar da süvarilerinin bulunduğunu ve komutanlarının da Yarbay Viller olduğunu bildirmektedir.

Ayrıca raporda; Fransızların Zonguldak’ın etrafında ve şehrin en sarp, en lüzumsuz yerlerine kadar tahkimat yaptıkları, tel örgülerle çevirdikleri ve havzanın en önemli kömür ocaklarını ellerine geçirdikleri de belirtilmektedir.

Bunlardan başka raporda; Zonguldak’a Fransızları buradan çıkarmak üzere geldiklerini, ancak durumun uygun olmaması sebebiyle şimdilik bundan kaçınıldığı, fakat Fransızların “tevsi-i işgallerine” de fırsat verilmediğinden söz edilmektedir.

Cevat Rifat Bey, daha sonra gönderdiği bir başka raporda Fransız askeri birliği ve faaliyetleri hakkında çok daha ayrıntılı bir rapor hazırlar. Bu raporun ana hatları şöyledir:

Askerleri; birinci, onikinci ve otuzikinci alaylara mensuptur. Bunlardan oniki numaralı olanlar Tunus alayına mensup olan askerlerdir. Komutanları ise Yarbay Karetiye (Kratiye) dir.

Fransız kuvvetlerinin sayısı şöyledir:

a) 900-1000 mevcutlu bir piyade taburu ile değişik zamanlarda bu tabura katılan yaklaşık 800 kişilik piyade yardımcı kuvvet,
b) 7.5’luk cebel bataryası,
c) Bir Hoçkinsi bataryası,
d) Piyade taburuna bağlı 8-10 tüfekli bir hafif makinalı bölüğü,
e) Başka bir hafif makinalı bölüğü,
f) Zonguldak Limanında bir veya iki gambot ve bazen de küçük kontrol gemileri,

Bu kuvvetleri meydana getiren erlerden üçte biri Fransız, üçte ikisi de Tunus ve Cezayirli müslüman askerlerdir.

Bu kuvvetlerin yerleşimi ise şöyledir: Fransız Mahallesi (Fener mahallesi) içersindeki sokaklarda şehre karşı dağınık mevzileri işgal eden dört makinalı tüfek vardır. Bağlık tepeleri üzerinde Kilimli-Zonguldak istikametine doğru dört ve Zonguldak-Çaycuma yolunun doğusunda ise dört olmak üzere sekiz makinalı tüfek mevzisi vardır. Ayrıca, eski hükümet binası civarındaki tepede Kokaksu vadisini tarassud eden bir posta ile iki makinalı tüfek görülmüştür.

Çaycuma yoluna hakim tepelerde, Hoçkins bataryası, Bağlık çeşmesi civarındaki tepelerde ise Cebel bataryası yerleştirilmiştir. Ayrıca; bu tepeler üzerinde de çok sayıda topçu ampismanları tesbit edilmiştir.

Karargahları ise, Bağlık tepelerinin doğusundaki vadide olup denizden takriben 500 metre uzaklıktadır.

Piyade kuvvetinin bir bölüğü Bağlık tepeleri ile Çaycuma istikametindeki sırtlarda tahkim edilmiştir. Bu bölük aynı zamanda ileri karakol bölüğüdür.

Emniyet tertibatı Çaycuma ve Kilimli istikametindedir. Devrek istikametinde Kokaksu vadisi; bir mangalık posta refakatinde iki makinalı tüfekle korunmaktadır. Fransız mahallesi ise, şehirden gelecek tehlikeye karşı kontrol ve korunmaya alınmıştır.

Bunlardan başka Zonguldak-Kilimli ocakları arasındaki Üzülmez mevkiine ve Kozlu kömür ocakları cıvarına birer süvari takımı yerleştirmişlerdir. Ayrıca, tahkimat mıntıkaları ve Fransız mahallesi sokakları tel örgülerle çevrilmiştir. “

1920 yılının ağustos ayında iki Fransız harp gemisi Ereğli-Zonguldak arasında dolaşırken bir Fransız süvari müfrezesi de bir yerli rehberle Zonguldak kilimli üzerinden sahili izleyerek Filyos’a giderek keşif yapar.

Fransızların, Batı Karadeniz’in iç taraflarına uzanma çabalarını sürekli izleyen Cevat Rifat Bey, olası hareketlerini, geçiş noktalarını, alınan ve alınacak önlemleri bir raporla bildirir:

“Zonguldak’taki Fransızlar ilerlemek ve işgal bölgelerini genişletmek isterlerse, mutlak surette aşağıda belirtilen yollar üzerinden hareket etmek mecburiyetindedirler.

a) Zonguldak- Çaycuma
b) Zonguldak-Beycuma-Devrek
c) Zonguldak-Kilimli-Filyos.

Bu yollardan Zonguldak-Çaycuma arızalı olup, dağlar ve ormanlardan geçmektedir. Burada mutavassıt bir nokta olan Sarpça boğazındaki hatdan ilerlemek, alınan önlemler sebebiyle de adeta imkansızdır.

Beycuma yolu ise şosedir. Bu şose üzerinden Beycuma’ya kadar sahilden ilerlemek zordur. Ancak Çaycuma’daki müfreze Beycuma’ya alınmış ve Zonguldak yolu üzerindeki uygun mevzilere tahkimat yapılmıştır.

Kilimli-Filyos tahkimatını terk ederek kuvvetlerini kilimli-Filyos üzerinden hareket ettirirlerse Fransızlar iki tehlike karşısında kalacaklardır: Biri Çaycuma’daki müfreze Zonguldak’a gelir. Diğeri ise, Filyos sahilindeki eski bir kale Türk kuvvetlerince tahkim edilmiştir. Aynı zamanda burası Kilimli yolundan gelecek kuvvetlere karşı fevkalade hakim bir yerdir. Bu bakımdan Fransız kuvvetleri Hisarönü mevkiinden geçerken şiddetli mukavemetle karşılaşacaklardır.

Cide ile Ereğli arasında en fazla çıkışa uygun yerler; Filyos ağzı, Amasra ve Bartın Boğazı’dır. Bu mıntıkada müfrezelerimiz ve tahkimat mevcuttur. Cide’nin sahille irtibatı yoktur. Cide’den İnebolu’ya giden sahil yolu askeri harekat için uygun değildir. Amasra’nın dahil ile irtibatı yoksa da, Bartın’a bir şose ile bağlıdır. Amasra-Cide yolu gayet fenadır. insanların yürümesi bile çok müşgül olduğundan, bu mevzilerin ihraç için ehemmiyeti azdır.”

24 Ocak 1921 İstanbul’dan kaçırılan Alemdar Gemisini yakalamak için Zonguldak’taki faaliyetlerini daha da artıran Fransızlar 2 Şubat 1921 Zonguldak’a 7 km uzaklıktaki sırtlara tahkimat yapmaya başladılar. Aynı gün Hisarönü’deki Türk karakoluna yaya birbuçuk saat uzaklıktaki bölgeye de bina yapmaya başladılar.

Bu faaliyetlerini sürdüren Fransızlar, Çaycuma yönünde ilerleme düşüncesinden vazgeçmediklerini de gösteriyorlardı. Sapça’daki başarısızlıklarından sonra 15 Mart 1921’de bir Fransız ester süvari müfrezesi Yaka Köyü yönünde ilerleyerek karakolumuza ateş açınca askerlerimizin karşı ateşiyle karşılık gördüler. O gün öğleden sonra ilerleyişini sürdüren Fransız süvari müfrezesi Zonguldak’a geri döndü.

Cevat Rifat Bey, bu olayla ilgili olarak 21 Mart 1921’de Kastamonu Havalisi Komutanına şöyle rapor geçti: “…. Müsademeden evvel Fransız ester süvari müfrezesinden bir zabitle bir nefer yaya olarak nöbetçilerimizin yanına kadar talüp etmişler ve ileri geçmek istediklerini söylemişler ve nöbetçilerimiz tarafından muhalefet edilmesi üzerine geri çekilip diğer arkadaşlarıyla beraber mevzi alarak ateşe başlamışlardır. Evvela Fransızlar tarafından ateşe başlandığı nöbetçilerimiz ve karakol efradı tarafından müttefiken ve kuvvetle beyan edilmektedir. Deruhte edilecek bir komisyon muvacehesinde de meselenin tezahür edeceğini arz eylerim.”

Ancak Fransızlar Yaka Karakolu hadisesinden sonraki günlerde başka bir olaya yol açmamışlardır. Zaten Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhiddin Paşa’nın, Zonguldak Müfreze Komutanlığı’na gönderdiği bir telgrafta, o tarihlerden itibaren Fransızların Zonguldak’ı tahliye etmeyi düşündükleri belirtilmektedir.

Fransızlar, Haziran 1920’de Zonguldak çevresinin bir çok yerini, Yunanlılar da 1921 yılı Mart ayı sonunda Zonguldak ve yakın çevresini, sahillerini İnebolu’ya kadar işgal ettiler. Karadeniz sahillerindeki yerleşik Rumlar, yabancı azınlıklar Türklere karşı koymak için Fransızla, İngiliz ve Yunanlılar tarafından silahlandırıldılar. Çaycuma’daki azınlıklarda da şımarık davranışlar gözlenir. Rumca bilmeyen Ortodoks Türkler de Yunanlıları desteklemektedir. O zamanki Nahiye Müdürü, ticareti ellerinde tutan ve anadilleri Türkçe olan Ortodokslarla samimi ilişki içindedir. Nahiye müdürünün amacı Rumların ve diğer Ortodoksların hareketleri hakkında bilgi almaktır. Nitekim, bunların Safranbolu’dan (oradaki Ortodokslardan) silah getirip silahlanacaklarını öğrenir.Çaycumalı Kemancı Filip ve arkadaşları silahları getirirken Perşembe yöresinde yakalanırlar. Böylece Çaycuma’daki azınlıkların silahlanma girişimlerinin önüne geçilir.

İnönü zaferlerinin ardından, Çaycuma’da 29 Nisan 1921 tarihinde “Çaycuma ve köyleri ahalisinden kadın erkek, çoluk-çocuk onbini aşkın insan nahiye merkezinde” toplanarak bir miting düzenlemiştir. Bu mitingte, gösterilen başarıdan duyulan memnuniyetin yanısıra, “Yunanlıların memleketimizde irtikap eyledikleri şenaat ve melanetler fiilen protesto edilmiştir. Ayrıca halk, “memleketin saadeti ve selameti için her türlü fedakarlığı ifaya amade bulunduklarını” bildirmişlerdir.

Zonguldak’taki Fransız işgali, 21 Haziran 1921’de Fransız birliklerinin tahliyesiyle sona ermiş oldu.

Fransız işgali sona erince Çaycuma’daki askeri birlik Batı Cephesi emrine verildi. Cevat Rifat Bey de Ankara’ya gitti.

Bartın ve Havalisi Kumandını Cevat Rifat Bey, yalnızca askeri faaliyetlerle sınırlı kalmamış Çaycuma’ya eğitim ve sağlık alanında da hizmetlerde bulunmuştur.

Temmuz 1920’de hizmete açılan Çaycuma Hastanesi, Çaycuma nahiye merkezi ve köyleri halkının gayret ve fedakarlıklarıyla tesis edilmiştir. Bu hastanenin yaptırılmasında Bartın ve Havalisi Komutanı Cevat Rifat Bey’in yardımları da olmuştur. Ayrıca Cevat Rifat Bey, Çaycuma’da yapılan altı derslik bir okul binasının yapımında da öncülük etmiştir. Bu konuda kendisi 100 lira yardımda bulunmuştur.

Özellikle Bartın ve Çaycuma hastaneleri Bartın ve Havalisi Komutanlığı personeline de sağlık hizmeti vermekteydi.

Bu bölümün sonunda, 1920’lerin Çaycuma’sını anlatan en önemli belgelerden biri kabul edilen Ahmet Talat Onay’ın “Çaycuma Karargahında” başlıklı gezi notlarına tam metin olarak yer veriyoruz.

ÇAYCUMA KARARGAHINDA

Ahmet Talat Onay

Şehriyâr-ı nehâr (gündüz şahı) olan hurşid(güneş), ilk talî’a-i ziyâbârını (ilk ışıklarını) dağlara tevcih ederken (yöneltirken) yirmi süvâri refâkatimizde Bartın’ın son evlerinin önünden geçmiştik. Biraz evvel Devrek ile Zonguldak’tan da bir heyetin yola çıktığı telefonla öğrenilmiş olduğundan öğleye Çaycuma’ya yetişmek lâzımdı. Kurûn-ı vusta (ortaçağ) derebeylerinin mevkib-i medîdini (uzun kafilesini) andıran kafilemiz yollarda toz sütunları bırakarak kat’-ı mesâfe ediyordu . Bu acûlâne (acele eden ) yolculuktan memnun olmayan Müftü Efendi, ben ve fotoğrafçıydık. Hayvanların batânetinden (büyük karınlılık, oburluk) ziyâde bizim maharetsizliğimiz de geride kalmamıza sebep oluyordu.

İki saat sonra hararet tahammül-fersâ bir dereceyi buldu. Çaycuma’nın görünen yeni tepeye tırmandığımız zaman ne hayvanlarda, ne râkiblerinde tahammül kalmıştı. Çünkü, yollar berbat, iniş ve yokuştu. Filyos nehri kenarına indiğimiz zaman yedi saatlik mesafeyi dört buçuk saatte katetmiştik. Bolu’nun cenûbunda Büyüksuyla, Dirgene ve Çerkeş’le Safranbolu kazalarından geçen Yenice ırmaklarından teşekkül ve iki yüz kilometreden ziyade mesafeyi kateden Filyos nehri azametle vakârın bir timsali gibi idi. Dört yüz metrelik bir saha üzerinde ahtapotvari kollar atarak uzanmış, nâm-ı kadîmi (eski adı) Teos olan menbaına doğru vahşi bir sükûnetle akıyordu. “Dibini görmediğin suya girme!” derler: Fakat Filyos’ta hal bilakistir. Kumlu, berrak ve iki metre arzında küçük bir su, beni ve Jandarma kumandanı İsa Bey’i ka’r-ı ademe (yokluğun dibine, derinliğe) çekiyordu. Hayvanların son bir hamle-i gayreti bu derbend-i memâttan (ölüm geçidinden) her ikimizi de kurtardı. Eğer kılavuzun tarifine ittibâ edilmezse (uygun davranılmazsa) Filsoy’ta batmak muhakkaktır. En emin görülen yerler en tehlikeli olanlardır. Kırk metre genişliğinde, hayvanların göğüslerine çıkan bir sudan büyük zahmetle geçtik ve Allah esirgedi. Müftü Efendiyi az kaldı kaybediyorduk. Burada Kumandan Cevat Bey’le kasaba nâmına istikbâle (karşılamaya) gelen zevât tarafından karşılandık. Bartın Kaymakamı Hüsnü Bey Bartın heyetini, Cevat Bey de maiyetini takdim ettiler. Yollar, sokaklar halkla doluydu. Muhterem Çaycumalılar misafirlerini istikbâl için çok himmet göstermişlerdi.

Bütün Filyos vadisini pây-ı enzârı (görüş alanı) altında tutan bir tepede etekleri çırpınan beyaz çadırlardan bakır renkli, mâsum bakışlı cerî (cesur) ve çevik askerler koşuştular. Türklüğe has ve fıtrî (doğal) bir mahcûbiyetle bizim istirahatimizi temine çalışıyorlardı. Karargâh en yüksekte idi. Mustatîlü’lşekl (ayırdedici şekil) kırmızı bir levha uzaktan buranın kumandanlığa mahsus olduğunu gösteriyordu. Vadi, kasaba, yollar, cehennemler içinde yandığı halde burada serin bir rüzgâr gevşemiş asâbı geriyordu. Devrek Kaymakamı beyin riyâsetindeki heyet bizden evvel vâsıl olmuşlardı. Akşama doğru Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi hazretleriyle Edhem ve Ali Rıza Beyler geldiler.

Kumandan Cevat Rıfat Bey terbiyeli, faâl ve sevimli bir gençtir. Nahiyeden şekâveti (alçaklık, rezillik) izâle (ortadan kaldımak), âsâyişi iâdeye muvaffak olduğu ve nâmuskâr hareketi şiâr ettiği için bütün halkın şükran ve hürmetini celbe muvaffak olmuştur. Arkadaşları hep terbiyeli ve gayûr (gayretli, çok çalışkan) gençlerdir. Efrâdın elbise ve techizâtı mükemmel, terbiye-i askeriyeleri şâyân-ı takdir bir haldedir. Denebilir ki, karargâh-ı zâbitân ve efrâd arasında misli nâ-meşhûd (tanık olmak) bir mevedded-i mütekâbile (karşılıklı sevgi) hükümrandır.

Askerlerin çarşılarda, kahvelerde oturmamaları için salaşdan bir gazino vücûda getirilmiş. İnzibâtın sıkılığı hiç bir uygunsuzluğa meydan vermiyor. Hatta kasabanın bir tabur askerden sanki haberi yok gibi.

Akşam verilen altmış kişilik ziyafette kasaba mütehayyizânı (ileri gelen kişiler) ve Rum cemaati de bulunuyordu. Ertesi sabah program vechile Cevat Bey’in teşebbüsü, nahiye halkının arzu ve fedâkârlığı ile yapılacak olan hastane ile altı dershaneli mektep binâsının vaz’-ı esası (temel atma) resmi icrâ edildi. O gün Cuma olduğu için kasabanın pazarıydı. Her taraftan gelen yüzlerle köylüye mevlûd okunacağı, asker oyunları oynanacağı ilan edildi. İkindiye doğru karargâhın önündeki meydana dört bin kadar insan toplandı. Sürat, çuval yarışları, halat çekmeleri, kaşık içinde yumurta müsabakaları icrâ ve mükâfâtları i’tâ edildi. Şâyânı dikkat olan cihet Bartın, Zonguldak, Devrek ve Safranbolulu efrâdın müsâbakada kazanarak memleketleri nâmına şeref teminine çalışmaları hususundaki gayretleridir.

Kıyafetleri son derece temiz ve mükemmel olan taburun müteaddid fotoğrafları alındı. Müteâkiben mevlidhân-ı şehîr İsmail Hakkı Efendi’nin Arab şivesiyle ibtidâr eden (başlayan) mevlûdu bütün hâzırûnu vecde getirdi. Bir tevekkül-i dindârâne ile dinleyen bu saf kalbli necib köylüler ve askerlere Zonguldak Müftüsü İbrahim, Bartın Müftüsü Hacı Rıfat Efendiler hazerâtının dinî ve ahvâl-i hâzıra müteallik mev’izeleri pek büyük tesirler icrâ etti.

Ertesi sabah hafif bir yağmur yerleri ıslatırken Bartın heyeti Filyos’a ayrıldı. Müftü İbrahim Efendi, Edhem ve Ali Rıza Beylerle dört süvarinin muhafazasında yola çıktık. Sürekli bir yağmur daha birinci saatte bizi baştan başa ıslattı. Tufan-ı Nuh’tan beri beşerin dest-i tanzimi değmemiş ve belki hiç bir tarafta misli olmayan sarp bir yoldan ine çıka, düşe sürçe, çalılara takıla, ağaçlara kakıla Zonguldak’a gelebildik.

Çaycuma, Zonguldak, Kastamonu ve Bolu livaları dâhilindeki nahiyelerin en muntazamı, en büyüğüdür. Nüfusu on bin kadar Müslüman, dört yüz kadar Rum ve Ermeni’den ibarettir. Kasabanın çarşısı muntazamdır. Han, hamam gibi mebânis-i itibâriyle kazalardan bazılarına bile fâiktir(üstün olma). Burada da maarif maatteessüf (ne yazık ki) i’tilâ edememiştir(gelişememiştir). Merkez zükûr (erkek) ve inas (kız) mektebleri oldukça müterakkidir(geri). Zükûr mektebi Hükümet ve Jandarma tarafından işgal edilerek, mektebin eski medreseye kaldırıldığı haber alınmakla Maarif Müdürü tarafından tahliyesine başlandırılmıştır. Emsâline nisbetle güzel bir bina olan mektebin tâmir ve levâzımının ikmâli için Kumandan Cevat Bey yüz lira i’ta(ayrılmasını) buyurarak maarifperverliğinin bir nümûne-i nevînini (örneğini) daha göstermiştir. Yeni mektebin inşâsı yakında ikmâl edilirse şimdiki zükûr mektebine inas mektebi nakl olunacaktır.

Safranbolu, Daday, Araç ve Kastamonu’dan Zonguldak’a gelenler için Çaycuma bir memerr (yol, geçit)olduğundan ticaret istikbali parlaktır. Kasabanın ekser-i tüccarı hemen taşralıdır. Doktor Ali Bey’le beni iki gece temiz ve sevimli evinde mihman ve istirâhatimizi temin için mahdûm ve damadıyla unutamayacağımız fedâkârlıkta bulunan Mustafa Efendi de Safranbolu’dandır.

Arazisi râtıb (nemli, yumuşak), her şeyi yetiştirmeye müsâittir. Ahâlisi pek müstaid(akıllı, becerikli) insanlar ise de, şerâit-i içtimâiyelerinin (toplumsal koşulların) tevhit ve tekemmülü (daha iyi bir noktaya getirilmesi) için kurrânın tevhîdiyle (okumuşların bir araya getirilerek) maarifin ta’mîm ve tezyîdine himmet olunursa (eğitimin gelişmesine öncülük edilirse) bu istidâdın (yeteneğin) inkişâfına (gelişmesine) yardım edilmiş olur.

Bir memleketin terakki-i ticârîsi (ticari gelişmesi)yollarına, vesâit-i nakliyenin (nakliye araçlarının) bolluğuna vâbeste (bağlı) olduğu düşünülünce Çaycuma bunlardan mahrum olduğu için şâyân-ı terahhumdur (acınacak durumda). Mükemmel bir şose ile Bartın ve Zonguldak’a rabt edilse (bağlansa), yahud tabii bir mecrâ takip eden Filyos nehri mecrâsı Suçatı mevkiine kadar tathir olunsa (temizlense) küçük merâkib-i bahriye (vapur, gemi, kayık gibi deniz araçları) her zaman işleyebileceği için, nakliyâtı teshil(kolaylaştırma), ticarete revaç temin edilmiş olur.

Dâhilin denizle irtibâtını temin edecek olan bu tathir ameliyesi (temizlik işi) vehâmet-i hevâiyeyi (kötü durumu, havayı) de izâle edeceği için ihmal edilecek husûsattan değildir. Kaza olmak istidâdında bulunan Çaycuma, ümit olunur ki, bir gün lâyık olduğu mevkii ihrâz eder. (Ekin Ofset)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir